Hayat Duygusunun En Mahrem Eklem Noktasında Bir Düzensizlik:Tek ve Büyük Bir Pazartesi
- lacanyenpsikanaliz
- Jun 17
- 2 min read

Lacancı perspektife göre, nevroz ve psikoz arasında çarpıcı bir ayrım vardır. Arzu ve yasakların bir aradalığından doğan Oidipus karmaşası, kişiliğin yapılanmasının ve arzunun yönlenmesinin temellerini atar. Psikanalistler olarak, bu karmaşaya dair alınan konumu hem psikanalitik psikopatolojinin hem de klinik çalışmalarımızın temel aksına yerleştirir; her analizanın buna göre nasıl konumlandığını sorgularız. Bu sorgulama sonucunda nevroz, psikoz ve sapkınlıklar yani yapı ve ardından da kişilik üzerine bir fikir geliştirir, ruhsal acıya dair hipotezlerimizi bu bağlamda şekillendirip analitik kürleri buna göre yönlendiririz.
Bu temel tüm kişilik yapılanmaları için özdeşleşme olgusunun farklı işleyeceğeğini bize gösterir. Lacancı psikanalizde, nevrozlarda özdeşleşimi, psikozlarda ise taşlaşmayı (petrification) ele alırız. Bu yazıda Yankı Hanım ve Schreber vakaları aracılığıyla Lacancı psikanaliz kuramında yer alan önemli bir kavramı türkçeye kazandırıyoruz.
Yankı Hanım’ın, iş yerinde aldığı terfinin sonucunda “artık yarışta geçebileceği kimse olmadığı gibi ona yapması gerekeni söyleyecek de yoktu”. Ötekileri de yönetmesi gerekince “yıldızlar liginde bir başına kalmıştı”. Performans kaygısı gibi duyulabilecek şikayeti, seans ilerledikçe belirginleşiyordu. Arkadaş çevresinde sohbetleri takip etmekte ve duyguları anlamlandırmakta ciddi zorluklar yaşadığı için dışarda kalıyordu. “Hiçbir şey anlamıyor gibiyim. Hep bir şüphe içindeyim. İnsan ilişkileri hep bir yük; duyguları anlamak, onlara uygun cevap bulup, vermek… Hiçbir şey birikmiyor, her gün sıfırdan başlıyor ve sadece bir an önce bitsin ızdırabı ile akşamın olmasını bekliyorum. Her günü, Pazartesi’ye olan uzaklığı ve yakınlığı üzerinden kavrıyorum. Bütün yaşamım tek ve büyük bir Pazartesi.”
Bunun üzerine acaba neden özellikle şimdi, tam da bir terfi almış ve yönetici konumuna geçmişken ilişkisel sorunları daha da yüzeye çıktı ve terapiye başvurdu sorusuyla yola çıktık. Seanslar uzun sessizliklerle ve mecazi her anlatının onda uyandırdığı kaygıya dair serzenişleriyle damgalıydı. Bu bize, kaygılarının derinliğini ve niteliğini sorgulatıyordu. Hayatı, kendi deyişiyle “bir kısmını hatırlayamadığı, dile de getiremediği, yaşam öyküsüne dönüştüremediği olaylar zincirinden ibaretti”. Hayata anlam veremediğini hatta hayatta ve canlı hissedemediğini ifade ediyordu. Dışardalık ve kaybolmuşluk hissine, “kadın mı erkek mi olduğunu bilemediği, kim olduğunu anlayamadığı” cinsiyetsizlik ve kimliksizlik hisleri de ekleniyordu.
Lacan’ın deyişiyle, Yankı Hanım’ın “hayat duygusunun en mahrem eklem noktasında bir düzensizlik” yaşadığını anlıyorduk...
Kommentare