Bir Yama Olarak Aşk
Bugün konuşmamda yaklaşık bir ay önce tamamladığım ve savunduğum Psikozda Aşk ve Aktarım Aşkı adlı doktora tezimde ele aldığım hipotezlerden ilkine değineceğim. Konuşmamı ''bir yama olarak aşk'' diye adlandım. Yama kelimesini TDK tarafından ''Delik ve yırtığı uygun bir parça ile onarma, kapatma'' olarak tanımlamaktadır. Türk dilinin etimoloji sözlüğü ise sanskritçedeki yamaka kelimesinden geldiğini ve bunun da yardımcı, yamak anlamına geldiğini vurgulamıştır. Bir yama olarak aşk dediğimizde bu durumda bir soru doğar : aşk neye yardımcı oluyordur ve bireyin yapısallığında nasıl bir deliği kapatıyordur? Aşk eğer bir yama ise bunun neyi örttüğüne değinebilmek için öncelikle Lacan'ın öğretisinin ünlü ve çoğunluk tarafından bilinen uzun yılların çalışmasını '' cinsel ilişki yoktur'' cümlesinde özetlediği düşüncesini ele alacağım.
Hepimizin bildiği bu vecize ile kast edilen nedir ve bu cümleye Lacan nasıl ulaştı ?
1. Cinsel ilişki yoktur – tamamlayıcı bir mantığın kurulumunun imkansızlığı
Bu soruyu öncelikle kuramsal olarak sonrasında daha klinik bir yerden yanıtlayacağım. Her şeyden önce Lacan'ın Freud'un dikkatli bir okuyucusu olduğunu belirtebiliriz. Freud ruhsallığın fallosantrizmine dikkat çekmiştir ve cinsel ilişki yoktur cümlesi temellerini Freud'un ortaya koyduğu ruhsallığın fallosantrizminden alır. Bunu açıklayabilmek için Freud'un ''Çocukların cinsel kuramı'' adlı eserini okumak elzemdir. Çocuğun cinsel kuramı bir çocuğun kendisinin dünyaya nasıl geldiğini ve kim olduğunu anlamlandırma çabası içindeyken yaptığı gözlemler sonucunda cinsiyet farklılıklarına, dünyaya nasıl geldiğine dair oluşturduğu bilinçli ve bilinçdışı kuramlar bütünüdür. Çocuğun cinsel kuramı doğumundan itibaren başlayan gözlemlerini içermekle beraber kendisinin de çok soru sorduğu ''anne çocuklar nereden gelir'' sorularını da içerir ve bu dönemlerde temelleri atılır. Çocuğun kendisinin dünyaya nasıl geldiğini ve kim olduğunu sorguladığı bu soruya psikanalizde ''varoluşsal soru'' denir. ''Ben kimim ve nereden geliyorum'' tarzında da sorabileceğimiz bu soruya her yaşta verilen cevaplar farklılaşır. Çocukken cevaplar dünyaya gelme ve cinsiyet farklılıkları üzerinde yoğunlaşırken, ergen bir birey hem dünyada nasıl bir yer tutacağını yani gelecekteki mesleğini ve hem de gerek hem cinsleri gerek öteki cinsle ilişkisini sorgular. Orta yaştayken kişi olduğu yerde mi olmalı, seçimleri doğru muydu gibi sorularla karşımıza çıkıyorken, menapozda, emeklilikde yani hayatın farklı evrelerinde bu soru ve bizim cevaplarımız farklı şekillerde güncellenir ve tekrardan cevap verilir.
Tekrardan çocukluk evresine ve ruhsallığın fallosantrizminin ne demek olduğuna dönecek olursak genel olarak yetişkinlerle çalışan Freud, analizleri vasıtasıyla iki cinsiyet içinde tek bir gösteren olduğunu belirtmiştir. Özetle, cinselleşmenin psikanalitik kuramı, analitik çalışmanın merkezinde bulunan söz alanındaki ve dildeki çalışma üzerinde temellenmiştir. Bu çalışma aracılığıyla, ruhsallığın ve psikanalitik kuramın fallosantrizmini tespit ederiz. Freud «cinsel yaşama erkeksi-kadınsı kutupluluğun hakim olduğunu» belirtir. Ve hatta yine aynı metinde yani Çocukların cinsel kuramları üzerine metninde « Eğer kendimizi bedensel var oluşumuzdan sıyırabilsek ve bu dünyanın işlerini saf düşüncenin başladığı bir gözle; örneğin başka bir gezegenden görebilseydik ... iki cinsiyet bulunması kadar hiçbir şey dikkatimizi çekmezdi1» diye belirtmektedir. Başka bir deyişle, konuşan varlıklar ve dünyalılar olarak bizim için, dünya kadınlar ve erkeklerden oluşur. Ama bu tek düşünce fallosantrizmi açıklamaya yetmez. Fallosantrizm bilinçdışında her cinsiyet için bir gösteren bulunmadığı anlamına gelir ; daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, iki cinsiyet bilinçdışında birbirini tamamlayabilecek olan penis-vajina gösterenleri ikilisinden meydana gelmez. Aksine falluse dair alınan, alınabilen bilinçdışı konumlara işaret eder. Fallus gösterenine değinecek olursak iki farklı konumdan bahsedebiliriz: Bir özne ona sahip olabilir (bu durumda fallik ya da kastre edilmiş olabilir) ya da o olabilir. Bu konumlar bireyin anatomik olarak belirlenilen cinsel organlarına bağlı değildir. Daha açık bir şekilde dile getirmek gerekirse bir kadın da fallik olabileceği gibi erkek de kastre edilmiş olabilir (ya da tam tersi düşünülebilir.) Bunu Lacan'dan önce Freud ödipal karmaşa üzerine olan çalışmalarında ortaya koymuştur. Kız ve erkeğin bu karmaşayı her biri için kendi hem cinsi olanla özdeşim kurmak ya da karşı cins olanla özdeşim kurmak olarak iki çözüm yolu önermiştir. Aslında gördüğümüz gibi iki cinsiyet tek bir gösterenin çevresinde meydana gelir. Böylece genital organların yani penis ve vajinanın önceliği değil yokluğun göstereni olan fallusun önceliği ortaya çıkar: « Bu, her iki cinste de yalnızca bir cinsel organın, erkeğinkinin, hesaba katılması olgusundan ibarettir. Dolayısıyla var olan cinsel organların üstünlüğü değil fallusun üstünlüğüdür4».
İki ayrı gösteren olmaması ve bunun tamamlayıcı bir mantığın kurulmasına izin vermemesi hala yeterince net olmayabilir ve günlük hayatta ne anlama geldiği anlaşılmıyor olabilir. Bu sebeple kavramın kuramsal tarihinden ve açılımından sonra şimdi farklı bir noktadan ele alacağım.
Freud'un varlığımızın çarpıcı niteliğini vurgulamak için bir uzaylının bakışından söz etmesi gibi Lacan, « iki cinsiyetin varlıkları2»nın içinde bulunduğu « cinsel tekneden » söz eder. F. Haccoun, « cinsel tekne » ifadesini daha iyi anlamak için Nuh'un gemisi hikayesini hatırlatır. Bu hikayeye göre, Nuh'un gemisi, Nuh'u, ailesini ve Nuh tufanı tehdidi altında olan tüm hayvan türlerini korumak için Tanrı'nın emriyle oluşturulan bir gemidir. Bu nedenle, gemide her türün biri dişi ve biri erkek olmak üzere iki temsilcisi bulunmaktadır. Sonuç olarak, gemi uzun bir yolculuk sonunda Ağrı Dağında karaya oturur. Haccoun, insan ve hayvan türlerinin korunması için bir tekneye binmenin yeterli olabileceğine dayanan inanışın naifliğine dikkat çeker3.
Hiçbir türün eksik olmadığı, canlı varlıkların her birinin kadın-erkek (ya da dişi-erkek) temsilcilerinden oluşan bir gemiyle yola çıkılarak bütün türlerin kurtarılması ve yapılanması denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni nedir? Başka bir şekilde dile getirirsek, bu mitolojik hikayedeki aksama neyi sembolize eder? Lacan ve Freud'un kuramından yola çıkarak bu soruya şu şekilde cevap verebiliriz : iki cinsiyetin var olması, onların başka birinin gelip onları tamamlamasına dair sahip oldukları düşlemlerine rağmen aralarında tamamlayıcı bir mantığın kurulmasına, izin vermez. Bu noktada tamamlayıcı mantıkla ne demek istediğimizi belirtmek adına şunu not etmek gerekir : burada söz konusu olan sadece bir kadın-erkek ilişkisi değildir. Çift kadın-kadın, erkek-erkek ya da benzeri bir çok kombinasyondan da oluşabilir. Sözü geçen durum düşlenilen ''öteki yarısını bulup tamamlanma, eksiksiz olma'' durumunun gerçekleşmeyeceğidir. Bu bir çok deyimin ve mitolojinin konusudur.
Psikanaliz tarihinde en çok ele alınan mitolojilerden biri Platon'un şölen kitabında geçen Aristophane'In mitidir. Mitin bir kısmını okuyorum :
“İnsanlar yaratıldığında dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, hermafrodit (Hermes/Afrodit) ve tek ruha sahip çok güçlü yaratıklarmış. Kendi kendilerine yetebildikleri ve çok güçlü oldukları için her türlü taşkınlığı yapar, tanrıları onurlandırmayı ihmal ederlermiş.
Bir gün Zeus bu olanlara çok sinirlenmiş ve insanları ortadan ikiye bölmüş; bir taraf erkek, bir taraf kadın olmuş. İkiye bölünen parçalar o kadar korkmuşlar ki birbirlerine sarılmışlar. Tanrılar bu işin böyle olmayacağını düşünüp, bedenleri bir çuvaldan yıldızları bırakır gibi karmakarışık bir düzen içinde uzayın sonsuzluğundaki dünyanın farklı yerlerine serpmişler. İşte o gün bugündür yarım olan parçalar, tamamlanmak için diğer yarılarını arar olmuşlar. Bulduklarında tek bir ruh olup, Tanrıların onu tekrar cennetine alması için…”
Günümüzde ''ruh eşi ya da ruh ikizi'' olarak bilinen kavram bu efsaneye dayanmaktadır. Bu efsaneyse sıradan nevrotik bir bireyin düşlemi olan tamamlanma düşleminin mitolojik bir anlatısıdır. Freud ve Lacan bu öteki yarısını bulup tamamlanma düşleminin gerçek olmayacağını savunur. Cinsel ilişki yoktur cümlesinin birinci anlamı budur. Cinsel orantı olmadığından ötürü öteki yarısını bulup tamamlanma gerçek olmayacaktır.
12 Mayıs 1972'de Lacan, eğer konuşan varlıklarda cinsellik farklı şekilde işleseydi ve dilin etkisinde engellenmeseydi, insanlarda da cinsel ilişkinin diğer hayvan türlerindeki gibi işleyebileceğini beyan etti7. Yani eğer dil olmasıydı, belki de ''cinsel ilişki yoktur'' demezdik.Peki bu düşlem neden gerçek olamaz ve sonuçları nelerdir? Konuşmamızın sonunda bu soruya geri döneceğiz. Şimdi öncelikle ''cinsel ilişki yoktur'' cümlesi ile anlatılmak istenilen ikinci konuya değineceğiz.
2. Cinsel ilişki yoktur – cinsiyet ve beden üzerindeki içgüdüsel bir bilginin eksikliği
''Cinsel ilişki yoktur'' cümlesi, yani cinsel ilişkinin yazılımının imkansızlığı, ikincil olarak konuşan varlıklar için cinsiyet ve beden üzerinde içgüdüsel bir bilginin eksikliğini de ifade eder. Çok yalın bir şekilde söylemek gerekirse, hayvan türlerinin bir çoğuna baktığımızda benzer bir örüntüyü görürüz. Misal bir pengueni ele alalım : penguen yılın hangi döneminde, nasıl bir birliktelik yaşayacağını, nerede yaşayacağını, nasıl o yumurtaya bakacağını, nereden nereye göç edeceğini ve partneriyle nerede karşılaşacağını vb. biliyordur. Bu birçok başka hayvan türü içinde geçerlidir. Aktarım çeşitli hayvan türlerinde doğal ya da sosyal olarak yapılmıştır. Bu bir tek üremesi için değil: neyle besleneceği ve nerede yaşayacağı gibi konular içinde geçerlidir. Bir aslan genelde kendi türünden olan bir hayvanı öldürmez. Yasanın aktarımı hayvanların bir çoğunda doğal olduğundan istisnaları da yok denecek kadar azdır. Ama insan türünde yasa ve cinsellik doğal yolla değil kültürel olarak yani dille aktarılır. Yani kurt kurdun kurdu olmamakla beraber insan insanın kurdudur. İnsan -kadın ya da erkek farketmeksizin- cinselliğine ve yaşama dair bu bilgiye içgüdüsel olarak sahip değildir. Konuşan varlıklar için cinsellik sadece içgüdü alanının konusu değildir. Her birey için, kendi bedeniyle ya da Öteki'nin bedeniyle yaşadığı karşılaşmalar, kendi zevk ve cinselliğine dair adım adım geliştirdiği bilgi ile oluşur.
Bir aşk yaşamı ve bir cinsel kimlik inşası için öznenin geliştirdiği ikameler hakkında F. Haccoun, herkes « özel teknesinde » yalnızdır ve orada « eşiyle karşılaşması, aşk karmaşalarıyla, arzunun kurnazlıklarıyla ve cinsiyetin çıkmazlarıyla uğraşması için kendi semptomatik yapılanışını kurar » diye belirtir8. Başka bir deyişle insanlar için cinsellik, içgüdüsel (instinctuel) olanın değil ama dilin alanındadır. Cinsel ilişkinin yokluğu tam olarak da bu karşılaşmalara izin verendir. Böylece ilişkinin yazımının imkansızlığının ilk sonucu karşılaşmaya olanak vermesidir diyebiliriz.
3. Cinsel ilişkinin yokluğunun bir sonucu olarak aşk
Nevroz vakalarında, cinsel ilişkinin yokluğunun ikamelerinden biri aşktır. Hayali kurulan, birçok mitolojide ve romanda da geçen ''öteki yarısını bulup tamamlanma düşleminin'' ıskalandığını klinikte danışanlardan bol bol dinleriz. Onlar buna tanıklık etse dahi, sıradan bir birey, aşk hikayeleri etrafında sosyal bağ oluşturabilir. Bir ilişki içerisinde öteki onu tamamlamasa, öteki yarısı olmasa dahi bir mesajına cevap eksikliğiyle, ötekinin tam düşlediği gibi olmaması ile ve benzeri konularla aşk vasıtasıyla başedebilir. Nasıl ki nevrotik bir bireyin varoluşsal eksiklikle aşk yoluyla baş ettiğini ele aldık, aynı şekilde eksikliğin o aşkı mümkün kılan olduğunu da belirtebiliriz.
Bu bağlamda bu konuşmayı ve tezimde ele aldığım hipotezlerden ilkini şu şekilde özetleyebiliriz: ''Aşk, konuşan varlığın dilin varlığından ötürü doğan varoluşsal yarasına bir yamadır - nevrotik ya da psikotik farketmeksizin, herkesin kendi tarzında. Bu yaradan bir iyileşme denemesidir. Bu bağlamda nasıl bir yama olduğu bize klinikte kişinin Gerçek'e karşı olan savunmalarını gösterir..''
Hepinize dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Notlar :
1Freud, S. (1908), "Çocukların cinsel kuramları üzerine", Cinsellik Üzerine içinde, Payel Yayınları, 2011, s.177.
2Lacan, J. (1971-72), Le Séminaire Livre XIX, ... ou pire, Seuil Yayınları, 2011, s.19.
3Haccoun, F., Le bateau sexuel, sur quelques choix contemporains de jouissance, Lussaud Yayınları, 2013, s.17.