top of page

Ergenliğin Uyanışı

Yazar Romain Gary’nin bir anısını aktararak başlamak istiyorum, zira bu anı çocukluktan ergenliğe geçişi, ve bu geçişte uyanış olarak nitelendireceğimiz özelliği açıkça ortaya koyuyor. Otobiyografik romanı Şafakta verilmiş sözüm vardı’da (Les promesses de l’aube) aktarılıyor bu anı. Yazar oturdukları binanın avlusunda bir tür depo ya da ardiye olduğunu hatırlıyor. Çocukken, istiflenmiş eşyanın arasında saatlerini geçirmeye bayıldığı bir yer. Kendine ait gizli köşesi orasıymış anlayacağınız. Çocuklukta belirleyici öneme sahip, sıkça, hatta belki her zaman rastlanan türde bir mekan. Çocukluk maceralarında hep olduğu gibi gizli bir geçitle, çatıdan birkaç tahtayı kaldırarak ulaşırmış oraya. Ve işte orada, Öteki tarafından terk edilmiş nesneler arasında, bir hazinenin içinde gibi, bu nesnelerle o anki arzularından ve fantazmlarından ilham alarak imgesel ve simgesel pek çok oyun kurması mümkün oluyormuş: “Valizlerin ve sandıkların kilitlerini kurcalayarak hassasiyetle açardım; naftalin kokularına sarılı bu eski püskü eşyaların tuhaf yaşamları yerlere saçılırdı ve ben bu korsan definesi atmosferi içinde harikulade saatler geçirirdim; her şapka, her küçük düğme veya madalyon kutusu bana gizemli ve tanımadığım bir dünyadan söz ederdi, ötekilerin dünyasından. Bir boyun kürkü, sahte mücevherler, tiyatro kostümleri (…) insanlığın, batarken ya da ölürken, geçip gidişinden bir iz misali kıyıda bıraktığı, yitik konaklamalarından artakalan naçiz ve anlamsız ufak tefek elden düşme şeyler. Böylece toprak zemine oturur kalırdım, sırtım donmuş vaziyette eski atlaslara, bozuk saatlere, temizlik malzemelerine, yapma çiçeklere, şık kıyafetlere, unutulmuş eller gibi duran eldivenlere bakarak hayaller kurardım. ”

Böylece, çocuk Öteki’nden ayrılmış birer artık, geçmiş arzusunun nesneleri gibi bu nesnelere dayanarak hayallerini besler – bu nesneler ki o ana dek onun jouissance’sını ve hazzını oyun yoluyla tatmin etmeye yetmiştir. Bir başka deyişle, burada bir çocuğun hayallerinin, bir yetişkin olmasından önce, sıradan durumlarda, Öteki cinsle eyleme dayalı bir ilişkiyi içermeyen bir jouissance’a dayandığını görüyoruz. Freud’un kendisi de bunu tespit etmiştir[1]: ergenliğe kadar tek bir arzu çocuğun fantezilerini harekete geçirir: büyümek arzusu. Burada küçük Gary kendini savaşçı ve hazine avcısı gibi hayal ediyor, bu hazineler ki ancak imgesel biçimde elde edilebilir, aksi halde elde edilmesi imkansız değerli, agalmatik arzu nesneleridir.

Yazar şimdi, çocuğun bu kıymetli nesnelerin ortasındaki memnuniyetini betimledikten sonra, başka bir şeyi görünür kılıyor. Şöyle ki, çocuğa has bu mekanda, aslında ona ait olmayan ama kendi saklanma yeri, sığınağı, Ali Baba mağarası kıldığı bu yerde, Öteki’nden bir şey gelip onu rahatsız edecek, hatta oraya erişimini engelleyecektir. Şimdiye dek orada hükümdar olan –ya da öyleymiş gibi yapan çocuk, kendisini şaşırtan ve cinselliğe dair bir şey tarafından sarsılacak. Kendine-Öteki bir şey olarak cinselliktir söz konusu olan. Sadece kendinden başka, öteki insanları ilgilendirdiği için değil, fakat karşılaştığı bu şey ona aynı anda hem tanıdık hem yabancı, anlaması güç gözüktüğü için. Bu yüzden ki bu keşif onu uyandıracak, hatta neredeyse bir çatıdan düşmesine sebep olacaktır. Bu demektir ki bu karşılaşmanın onun için travmatik bir boyutu vardır, yani onda ilelebet kalıcı bir iz bırakır.

Gary’nin anlatısı şu şekilde: Bir öğleden sonra, yeniden hayali krallığına varmak üzereyken “pek meşgul görünen” bir çifti yakalar orada: çılgınca hareket halindeki mahallesinin pastanecisi ile binanın hizmetçilerinden biri. “Gözlemlemekte olduğum şeyin doğasını tanımakta hiç tereddüt etmedim, diye belirtir, oysa ilk defa böyle bir hareletle ile karşılaşıyordum. Utangaç biçimde kaldırdığım tahtayı, yalnızca olan biten hakkında bilgilenmemi sağlayacak bir açıklık bırakacak biçimde geri yerine koydum.” Bu görme anı (insant de voir) küçük Romain’in kafasını kurcalamayı bırakmayacaktır, hatta öyle ki söz konusu çift orayı mesken tuttuklarından, bu sahne tekrarlanır. “Birden çok kez ne olduğunu anlamaya çalışırken çatıdan düşeyazdım.”

Hikayenin devamını aktarmadan önce, burada ne olduğunu belirtelim – ki geri kalanını anlamamıza yardımcı olsun. Öncelikle genç adamımız (böyle diyorum zira artık tam olarak bir çocuk olmaktan çıkmaktadır.) keşfettiği şey tarafından vurulmuştur: cinsellik. Yani burada, bu keşifte, onu çatıdan düşüren bir şey vardır. Peki keşfettiği nedir? Bir yandan bu şey, görür görmez ne olduğunu anladığına göre, onun için bir bilinmez değildir; fakat öte yandan ilk defa karşısına çıkıyor gibidir. Tekrar alıntılıyorum: “Gözlemlemekte olduğum şeyin doğasını tanımakta hiç tereddüt etmedim, oysa ilk defa böyle bir sahne ile karşılaşıyordum.” Fark ediyoruz ki bu keşfin hemen ardından, bir afekt, utanıp sıkılma hissi ortaya çıkıyor. Bundan sonra da daha fazlasını bilme arzusu geliyor. “Tahtayı yerine koydum, diyor, yalnızca bilgilenmemi sağlayacak bir açıklık bırakarak…”

Öyleyse tam da bu anda çocuğun, cinsellikle ilgili, kendisine tam olarak yabancı olmayan ama aynı anda tam da anlayamadığı bir şeyle karşılaştığı bir geçiş anındayız. Bir başka deyişle, ki önemli nokta da budur, çocuk burada kendisine gizemli görünen bir cinsellikle karşılaşıyor. Bu yüzdendir ki bir yandan kendisini gizleyen ar örtüsünü (voile de pudeur) yerine koymak istiyor, bir yandan da biraz daha bilmek, anlamak için görmek istiyor. “Olup bitene anlam vermeliydim” diye yazıyor. Bunun için de neredeyse-genç-adam olarak gördüğünü kendine saklamak yerine arkadaşlarına anlatmaya karar veriyor. Arkadaşları da, söz konusu Şey’le ilgili kendi zihinlerinde kurduklarına sıkı sıkıya bağlı olduklarından, anlatısına inanmayı reddediyorlar. Arkadaşlarından kimisi onu yalan söylemekle suçlarken, kimisi ona yukardan baktığı için her şeyi ters görmüş ve yanlış anlamış olması gerektiğini, hatanın bundan kaynaklandığını açıklıyor. Bütün grubu bir merak sarıyor, ve ortak bir karara varıyorlar: bundan böyle çatıda kapıcıdan ödünç alınmış bir bayrakla birlikte nöbet tutulacak. Aşıkların bir sonraki ziyaretinde, nöbetçi kapıcıdan ödünç alınmış bir bezi bayrak misali göndere çekecek, ve arkadaşlardan her biri kendi gözlem noktalarına koşup yerleşecek. Küçük Marek Luka gösteriye tanık olan ilk nöbetçi oluyor. Fakat, gördüklerinin yarattığı şaşkınlıkla bayrağı sallamayı unutuyor. Ve tabii herkeste bir hayal kırıklığı… Arkadaşlarının gördüklerini betimlemesi için ısrarı üzerine, genç Romain’in anlatısını doğrular biçimde konuşuyor. Yazar şöyle aktarıyor: “Uzun uzun istişare ettikten sonra, Marek kendisi şöyle bir varsayımda bulundu: belki de nasıl yapıldığını bilmediklerinden öyle oralarında buralarında bir şeyler arıyorlar.”

Böylelikle görüyoruz ki, bir kere bu gizemli cinsellikle karşılaşmanın şoku atlatıldı mı, ortaya bilme arzusu çıkıyor. En azından görünürde. Zira başlangıçta, arkadaş grubunun ilk tepkisi anlatılana inanmamak şeklindeydi. Dahası Romain Gary bize bu bilme arzusunun bir kabul töreni (initiation) talebini desteklediğini gösteriyor. Çocuklar aralarında, okul bahçesinde olduğu gibi, cinselliğin gizemleri üzerine bilgi alışverişine giriyorlar. Sonunda, pek cesurca, büyükler en küçüklerini araştırma yapmak üzere gönderiyorlar. Yine bilmeyi arzulayanların aynı zamanda ne kadar bu arzu tarafından bölünmüş (divisé) ve ketlenmiş olduğunun altını çizelim. Yani örtüyü kaldırıp cinsellikle ilgili sırrı söyleyebilme cesaretini gösterebilmek için bir çocuk saflığı gerekiyor: “Belki de nasıl yapıldığını bilmediklerinden öyle oralarında buralarında bir şeyler arıyorlar.” Romain Gary’nin bu cümlesinin ne kadar isabetli, ve psikanalist Jacques Lacan’ın kuramsal bir bakış açısından kanıtladığı şeye ne kadar da yakın olduğunu göstermeye çalışacağım. Gary’den yaptığım bu alıntılarda şimdi açıklayacağım mantıksal silsilenin tüm etaplarını görüyoruz. İlk olarak ergenlik travmatik ve gizemli bir cinselliğin keşfinin yol açtığı bir geçiştir, hatta gizli bir geçit gibidir ve bu geçiş öznede yeni bir arzu uyandırır, bu yeni arzunun ilk adımı cinselliğe dair gizemi çözme arzusudur. Ne var ki, ikinci olarak, gizemin arzulanan bu çözümü küçük Malek’in yorumundan ibarettir: yani partnerler ne yaptıklarını bilmezler, ararlar. Son olarak bu kabul ya da geçiş töreni, ki ucunda pek de bir şey yoktur, bir tür maceradır ve öznede iz bırakır. O kadar ki, Gary’nin tanıklığını dinleyecek olursak, öznenin dünyayla olan ilişkisi kesin olarak değişime uğrayacaktır ve bu değişim arzuyu ilgilendirir. Gary pastanecinin haylazlıklarının keşfine dair şöyle yazar: “Her zaman hamur işini sevmişimdir, ama o günden beri pastalara asla aynı gözle bakamadım.”

Yani ergenliğin ifade ettiği bu geçişten sonra dünyaya olan bakış değişmiş olacaktır, burada bir önce ve sonra ortaya çıkmış olur. Bu geçişin ne olduğunu incelemek için şimdi bir başka edebi eserden yararlanacağım. Bütünüyle ergenliğe ve ergenliğin bir uyanış olan doğasına adanmış bir tiyatro oyunu, ki başlığında da “uyanış” geçmektedir. Frank Wedekind tarafından yazılmış, zamanında Viyana psikanaliz cemiyetinin toplantılarından birinde Freud’un, daha sonra da Lacan’ın yorumladığı bu oyunun adı “İlkbaharın uyanışı”. Hatta Lacan 1970’li yıllarda, Brigitte Wajeman tarafından sahneye konan ve François Regnault tarafından çevrilmiş bu metne bir önsöz yazar. Basit bir önsözün ötesinde Lacan’ın mühim ve ergenlik üzerine başlıca metnidir bu. Şunu da belirtelim ki bu metinde ergenlik terimi bir kez olsun geçmez, zaten Lacan bu terimi öğretiminde neredeyse hiç kullanmamıştır. Sanıyorum ki bu terimin yokluğunun belirli bir sebebi var. Lacan, bu terim gelişimci bir yaklaşıma gönderme yaptığı için kullanmamıştır. Oysa o, aksine, bu metinde ve başkalarında, ergenlikte ortaya çıkan şeyin, küçük ya da büyük, erkek ya da kadın olarak özdeşleşen herkesi ilgilendiren, cinselliğe dair çok canlı bir şey olduğunu gösterecektir.

Bunu göstermek için şimdi bu tiyatro oyununun ve Lacan’ın yazdığı önsözün yorumuna girişeceğim, Baharın uyanışı’ndan bir sahneden yola çıkarak. İki genç erkek, iki arkadaş Moritz ve Melchior gece vakti gizli gizli birkaç zamandır kendilerini yeni bir biçimde etkileyen, uykularını kaçıran, uyandıran bir şeye dair sohbet ediyorlar. Melchior bunu “ilk eril uyarılmalar” olarak adlandırıyor.[2] Yani Öteki haline gelmiş, yabancılaşmış bedenlerinden durup dururken çıkıp gelen, ar duygularını zedeleyen ve uykularını kaçıran bir şey. Moritz bir cümlede bütün ergenlik şikayetlerini, belki de tüm ergenlerinkini özetliyor: “Niçin bırakmadılar ki rahat rahat uyuyayım?”

Daha somut olarak söylemek gerekirse iki ergen, kendilerini uyandıran yeni rüyalarından bahsediyorlar. Romain Gary’nin cinselliğin keşfine nasıl hazırlıksız yakalandığını ve bunun nasıl hamur işlerine yeni bir anlam kazandırdığını, dünyaya yeni bir arzuyla bakmasına sebep olduğunu anlatıyordu. Burada da yine uyandıran bir karşılaşmaya dair bir şey buluyoruz. Bir kez daha ergenliğe kademe kademe bir geçiş değil, rüyalarda kendini gösteren, birden bire zorlayan, sorgulatan, bölen, uyandıran yeni bir arzu söz konusu. Genç Moritz ilk erotik rüyasını görmüş olmaktan ötürü hayli şaşkın. Önceden kendisi de arkadaşı gibi yalnızca çocuk rüyaları, yani hani bizim çizgi filmlerdeki gibi kremalı pastalar falan gören Moritz açıkça cinsel bir rüya görmüş olmaktan duygusal olarak etkilenmiş. Şimdi bu diyaloglarından bir parçayı sizlere aktaracağım. Uykularını sürdürmenin aksine uyandıran rüyalarından bahsediyorlar. Önce Moritz Melchior’a soruyor:

Moritz: Böyle bir şeyi daha önce hissettin mi?

Melchior: Neyi?

Moritz: Sen nasıl diyordun?

Melchior: Eril uyarılmalar

Moritz: Eeee…

Melchior: Şüphesiz !

Moritz: Ben de…

Melchior: Evet ben bunu uzun zamandır tanıyorum, bir yıl oluyor.

Moritz: Yıldırım çarpmış gibi oldum ben.

Melchior: Rüyada mı?

Moritz: Evet ama kısacık bir rüya… bacaklar gördüm, gök mavisi rengi çoraplı. Sehpanın üzerine çıkıyorlardı, yani sadece onun üzerinden atlayacak sandım. Çok kısaca gördüm.

Melchior: Georg Zirchnitz var ya, annesini görmüş !

Moritz: O mu anlattı sana?

Melchior: Evet dışarda, sokakta.

Moritz: O geceden beri ne çektiğimi bir bilsen…

Melchior: Vicdan azabı mı?

Moritz: Vicdan azabı mı? Ölüm kaygısı !

Melchior: Aman tanrım…

Moritz: Dedim ki onulmaz bir hastalığa tutulmuş olmalıyım, içimde kötü bir şey var.

Melchior: Ben, kendim için konuşacak olursam, hazırlıklıydım. Belki küçük bir utanç hissi. Sonra bitti gitti.

Moritz: Oysa sen benden en az bir yaş küçüksün !

Melchior: Yerinde olsam endişelenmezdim. Deneyimle sabit ki bu hayaletlerin meydana çıkıvermesinin yaşı yok. Uzun Lammermeier’ı bilirsin, karga burunlu sarışın? Benden üç yaş büyük. Jeannot Rilow diyor ki hala kremalı tart ve kayısı reçeli görüyormuş rüyasında !

Wedekind’in bu diyalogu bize ne gösteriyor? İlk olarak, ergenliğe geçiş, öznenin bir uyanışıdır. Neye uyanış? Bedeni etkileyen yeni dürtülere, burada Wedekind “durup dururken ortaya çıkan eril uyarılmalar” diye adlandırıyor. Durup dururken: bu Lacan’ın da altını çizdiği önemli bir nokta. Ergenin ilk kez hissettiği cinsel jouissanceta onu şaşırtan, hazırlıksız yakalayan bir şey var. Sadece yeni olmakla kalmıyor, aynı zamanda açıklanamaz ve gizemli. Bir başka deyişle, yeni deneyimlenen bu cinsel jouissance yalnızca bedenin biyolojik değişimlerini ilgilendirmiyor çünkü bu değişimler anında simgesel tarafından ele alınıyor, yani dil ile. Burada Moritz’in sorguladığı gördüğü rüyanın anlamı: “Bu da ne böyle?”. Ergenlik bir uyanış anı, çünkü yeni ve anlaşılmaz bir jouissance ile karşılaşma ile başlıyor.

Aslında Lacan’ın ergenlikte ortaya çıkan bedenin büyümesi gibi biyolojik olguları göz ardı ettiğini söyleyemeyiz – ki Hans’a dair yorumunda da çocuk bedeninin gelişimine dikkat çekmiştir, fakat bilhassa altını çizdiği söz konusu jouissance’ın doğrudan simgesel tarafından ele alındığı ve bunun için de gizemli hatta travmatik bir sey olarak yaşandığıdır. Travmatik terimini burada travmanın genel anlamıyla değil, öznenin burada kendine ait olduğuna inandığı bedeninde ortaya çıkan, onu etkileyen, sorgulayan ve dönüştüren bir olgu olarak anlamalı. Bu degisim öznenin her seyini değil dünyayla ve ötekilerle olan ilişkisindeki bazı unsurları ilgilendirir. Özne, daha önceden hakkında bilgilenmiş arkadaşlarıyla konuşmuş olsa da tam olarak hazırlıklı olamayacağı bir seyle karşılaşmıştır. Bu dönüşümlerden bahsetmek ile onları bedeninde bizzat deneyimlemek farklıdır.

Bu cinsel jouissance’ı gizemli ve travmatik olarak tanımlamak için Lacan beden-dışı fallik jouissance terimini kullanır. Bu deyim öncelikle bu cinsel jouissance’ın gizem boyutunu, yani bedene bağlı olsa dahi bir o kadar da dile, simgesele (yani beden-dışı bir unsura) bağlı olduğunu ifade eder. Ama daha önemlisi, bu deyim sayesinde Lacan, bu jouissance’ın özel bir gösteren tarafından simgelendiğini belirtir: fallus.

Bunu biraz açıklamak gerek. Fallus’u burada erkek cinsel organı yani yalnızca erkeklere özel bir sey olarak anlamamalıyız. Lacan’a göre fallus cinsel organdan ayırt edilmelidir. Fallus burada eski yunan medeniyetinde olduğu gibi, biyolojik olmayan, simgesel olan bir seyin adıdır. Söz konusu olan cinsel jouissance’ın yani, hem erkekler hem de kadınlar için, tam olarak uygun, makbul olmayan bir sey oluşudur. Moritz’in, uygunsuz gözüken bu jouissance’a karsı hemen bir suçluluk duygusu hissetmeye başlayışında görüyoruz bunu. Gary’de keşfettiği bu jouissance’a dair bütün sır boyutunda, gizli gizli gözetleme sonra da hakkında gizli konuşmalar ile ifade ediliyor. Iste bu iki örnek bize nasıl da konuşan varlıkların, hayvanlardan farklı olarak – çünkü cinsellik onlar için pek ala tamamen doğal ve sadece üremeye yönelik olabilir, bu fallik jouissance’ı abartıp koca bir mesele haline getirdiklerini göstermeye yetiyor. Aksine cinselliğin insanlarda nasıl sorunlara, yanlış anlamalara vs. yol açtığını biliyoruz. Lacan’a göre fallik jouissance her zaman o ya da bu biçimde uygun düşmeyen bir jouissance olarak tanımlanır. En azından tam olarak uygun düşmeyen. Ya hakkında hiçbir sey anlamayız, ya biraz eksiktir, ya çok fazladır, ya arzulanır ama utanç ve suçluluk duygusunu beraberinde getirir. Ne olursa olsun konuşan varlık için kesinlikle doğal değildir, dil tarafından parazitlenmiştir. Lacan bu yüzden bu jouissance’ı beden-dışı olarak tanımlar, dil ile olan ilişkisinden ötürü. Fallusa gelirsek: bir gösteren olarak tam da bu jouissance’ın tam olarak uygun, uyumlu olabilmesi için gereken ama eksik olanı simgeler. Yani fallus bu eksik jouissance’ın gösterenidir ve bu anlamda her iki cinsiyet için de, kadınlar için de erkekler için de eksik olanı ifade eder.

Ergenlik öznenin bu beden-dışı fallik jouissance’ın deneyimlendiği andır. Ama ilk kez değildir bu. Lacan Oidipus fazında da bu gizemli ve travmatik jouissance’la bir karşılaşmanın yaşandığına dikkat çekmektedir, Hans bundan bahseder. Fakat çocuk ilk mastürbasyon-kökenli jouissance’ında kalırken ergenlikte bir cinsel partner ile karşılaşabilme, yani cinsel eylem sorusu gündeme gelir. Moritz’in ilk erotik rüyasında ifade edilen budur. Aktardığım alıntıda Wedekind tarafından altı çizilen bir fark var: mavi çoraplı bacak rüyası ile kremalı pasta rüyası arasındaki fark: o ana kadar var olmayan tamamen yeni bir arzunun doğuşunun sebep olduğu bir geçiş. Lacan Wedekind’in eserine yazdığı önsözde, bilinçdışından gelip özneyi etkileyen, bölen ve ergenliği bir uyanış kılan bu yeni arzuya işaret eder. Söyle yazar: “Erkekler rüyaları onları uyandırmadan kızlarla sevişmeyi akıllarından geçirmezler.”[3] Bir başka deyişle, rüyaların kendisi, yani bilinçdışıdır özneyi gelip şaşırtan ve onu bu yeni arzu ile yükümlü kılan, bu genç erkekler böylece kızlarla sevişmeyi hayal ederler.

Burada karsı karsıya olduğumuz, gelişim psikolojisinin düşündürdüğünün aksine, sakin sakin kendi kendine olgunlaşan bir özne değildir. Özne burada kendisini şaşırtan ve iteleyen bir sey sayesinde yeni bir faza girer. Kendisine rağmen büyüdüğünü söylesek yeridir. Birden olur bu. Tıpkı anne-babaların çocuklarının büyüdüğünü aniden fark etmeleri gibi. Özne aniden ergen olur, bir yandan bu beden-dısı fallik jouissance’tır bunun sorumlusu, bir yandan da bilinçdışının onu bu deneyimden yola çıkarak etkilemesidir. Bu ergin-rüyası öznenin yeni ve cinsel ve bir partnere yönelen bir arzu tarafından harekete geçirildiğini gösteriyor. Bundan böyle, der Lacan bu genç erkeklerden bahsederek, kadınlarla sevişmeyi hayal edebilirler.

Öyleyse rüya ya da serap anlamına yaklaşan “hayal” (songe fransızca) sözcüğünün anlamının altını çizmeliyiz.[4] Ergenligi karakterize eden bu anda paradoks-vari bir durum var: özne ancak uyumaya devam etmek için uyanıyor. Lacan burada rüyanın uyanışından bahsediyor, Moritz’i kaygı içinde uyandıran rüyaya gönderme yaparak. Sonra, bu sekilde fallik jouissance’a uyanmış vaziyette ve bir kez bu yeni arzuyu taşır hale gelince, özne çabucak cinsel ilişki aldanmacasına düşer: Öteki’yle Bir olabilme illüzyonu.

Simdi Lacan’ın cinsel ilişki (rapport sexuel: hem ilişki hem bağıntı anlamında rapport) olarak adlandırdığı bu inanıştan bahsedecegim. Neye inanmaktır burada söz konusu olan? Öteki’yle Bir olmayı, onunla cinsel özdeslesme (identification sexuelle) seviyesinde olduğu gibi jouissance seviyesinde de kendini tamamlamayı mümkün kılan uyumlu bir jouissance’ın varlığına inanç. Bu inanç cinsel eylemle kendini gerçekten kadın veya erkek hissetmek üzerinedir, zira bu kurucu eyleme kadar çocuk kendini ancak oyunda veya hayalde bir yetişkin ve bir kadın veya erkek olarak hayal etmiştir. Cinsel ilişkiye olan inanç ötekinde kendini tamamlama ihtimaline olan inançtır, yani artık eksikliğin yükünü taşımamayı sağlayacak ve kadın veya erkek oluşu garantileyecek bir öteki ile karşılaşma ihtimali. Bu yüzdendir ki ergenlikte ortaya çıkan bu yeni arzu benzerleri tarafından kabul edilme ve yol gösterilme (être initié) talebini besler. Bu anlamda ergenlik, yeni bir sosyal çevreye girerek ebeveynlerden uzaklaşmanın da zamanıdır. Bu libidinal bu uyanış öznede ensest yasağını da uyandırdığından ve arzulanacak öteki nesnelere yüzünü çevirmek gerektiğinden özne ebeveynlerinden kopar. Tam da burada kabul edilme ve yol gösterilme (être initié) talebi belirir. Cinsel ilişkiye olan inancı içinde, özne başkalarının anahtarı ellerinde tuttuklarını var sayacaktır, yani ötekine nasıl yaklaşılacağına, o öteki ile nasıl buluşulup da Bir olunacağına dair sırra erilebileceğini sanmaktadır.

Bir başka deyişle, bunu Lacancı terimlere çevirecek olursak, özne, bir yerlerde fallusun var olduğunu var saymaktadır. Fallus burada, daha önce de dediğimiz gibi, bedenin bir organını değil, jouissance’a dair gizli bir bilgiyi ifade eden gösterendir. Bu ana kadar çocuğun mahrum olduğu, ama büyür büyümez sonunda erişeceği, Öteki’nin sonunda ona vereceği bir bilgi. Fallus sayesinde sonunda artık utandırıcı ya da yanlış olmayan uyumlu jouissance’a erişebilecektir. Basından beri Freud ve Lacan çocuğun anne-babasını bir başka seviyede (initié), cinsel yasama dair gizli bir bilgiye sahip olarak gördüğünü ortaya koymuşlardır. Çocuk jouissance’a dair gizli bir bilginin var olduğunu, Öteki’nin bir gün fallusun kullanımı ve cinsel ilişkiye dair ona yanıt vereceğini var saymaktadır. Öteki’nin mahalinde kendinin yoksun olduğu bir sifre (mot de passe, password) vardır güya, ve o içinde ''cinsel yasama dair sırrın'' saklı oldugu yetişkinler dünyasını mühürler. Bu inanış, bir gün gelip de bu sırrın ona açılacağı fikriyle çocuğun büyüme arzusunu desteklemiştir. Oysa tam da iste büyüdüm diyecek ve bir erkek veya bir kadın olarak artık eylemlerinden hesap verecek yasa gelmiştir. Bu yüzden de bu kadar ısrar hatta kaygıyla kabul edilip yol gösterilmeyi (être initié) talep etmektedir. Ve tabii ki çoğunlukla bu talebi ebeveynlere değil kendi benzerlerine, kendisinden daha deneyimli var saydığı arkadaşlarından birine mesela, yöneltir. Bugün aynı işlevi internetin ve sosyal ağların yerine getirebildiğini görüyoruz. Fakat bu bilgi meselesinin nasıl da oldum olası var olduğunu göstermek için Wedekind’in Ergenligin Uyanısı’ndan bahsediyorum: Melchior ve Moritz yine o gün konuşurlarken, sohbetlerine skype ya da chat üzerinden devam ettiklerini hayal etmek zor değil.

Moritz’in Melchior’a rüyasını anlattığı pasajı alıntılamıştım, hatırlarsınız uyandığında o kadar etkilenmiş, sarsılmıştı ki “Bana çare bulunmaz” diye düşünmüştü. Ve o zaman sırrını arkadaşına açarak kaygılarını ve vicdan azabını dindirmesi için arkadaşından ona yol göstermesini istemişti. Bu yaslarda kurulan bağların büyük önemini söyle yorumlayabiliriz: bu kabul edilme ve yol gösterilme talebi ve arzu, kimlik, “ilk sefer” gibi önemli unsurlara dair sorulan bu soruları akranları ile paylaşma isteği, üzerine kurulan bu ilişkiler çok kuvvetli arkadaşlıkların temelidir. Bu arkadaşlıklar bazen tüm bir yasam boyu sürebilir. Bunun altını çiziyorum zira yetişkinlerin ergenliği ya da gençliği ciddiye almama, geçici ve bos görme gibi tuhaf bir alışkanlığı vardır. Sanki kendileri, bilinmezler, utanç, ve gizemle dolu ve güçlü bağların kurulduğu o zamanları unutmak istiyorlar gibi. Bu dönemlerde yaşanan şeylerin kuvvetini bu gizemli jouissance deneyiminden aldığının altını ısrarla çiziyorum.

Moritz Melchior’a, onu bir uzman farz ederek kendisine gizemleri açıklaması için soruyor. O da “Sana her şeyi anlatacağım” diyor, kitaplardan, doğa gözlemlerinden öğrendiği ve hatta öğrenince onu ateist olmaya iten bu bilgiyi. Moritz ona kendisinin de kitaplardan bilgilenmeyi denediğini ama kitapta, sözlükte – bugün buraya Google’ı da ekleyebiliriz – bulduğu hiçbir şeyin sorularına yanıt vermeye kafi gelmediğini söylüyor. “Meyer’in sözlüğünü A’dan Z’ye okudum, diyor. Kelimeler, yalnız kelimeler ! Tek bir açık seçik açıklama yok. Hep bu ar yüzünden. ''Yasamın en temel sorularına yanıt vermedikten sonra bu kadar sözcük neye yarar?” Dilin ta kendisine böyle kafa tutarak, değil mi ki sözlükten bahsediyor, Moritz dilde hiçbir yanıt bulunmadığını belirtiyor. Kitabın kapağını kaldırma cesareti gösteriyor, ama bulduğu yalnızca koca bir hiç. İşte bu noktada Öteki yanıt vermiyor. Bu yüzden de Melchior’a bas vuruyor, ondan bu kelimelerin ve temsillerin ötesinde bir açıklama talep ediyor. Söz açılmışken belirtelim ki tıpkı dünküler gibi bugün de internette bulunan de erotik görseller, cinsel yasamın gizine dair söz bulunamayışını telafi etme girişimleri. Melchior bu talebi kabul ediyor ve bir süre sonra ona söz konusu denemeyi getiriyor. Moritz utana sıkıla okuyor. “Kapıyı kilitlerim ve bu alevli satırları yanan bir ormanı kat eden bir baykuş gibi kat ettim. Sanıyorum tümünü gözlerim kapalı okudum.”

Fakat Moritz arkadaşının kitabında ne buluyor? Cinsel yasamın sırrını, Öteki’yle nasıl Bir olunacağı, bu jouissance’ın nasıl düzgün biçimde, bölünmeden, utanmadan, sıkılmadan yaşanacağının bilgisini değil. Kitapta bu temel bilginin eksikliğinden de öte, bir de kadınla erkek arasında bir ayrılık, radikal bir fark olabileceği gerçeği ile tanışıyor. Erkek ve kadın Bir olamazlar, çünkü erkeğin “sönük ve zayıf” jouissance’ı kadının tanıdığı Öteki jouissance’a kıyasla azdır. Arkadaşının buna yanıtı: “Erkeğin bir fatih gibi jouissance’ı tanrılar gibi zevk alan kadınınkinin yanında zevk sayılır mı?” oluyor. Kadın, dünyalı hiçbir nefesin dahi erişemeyeceği tanrısal nektarla dolu, kor gibi yanan bir kadehi agzina götürüp son damlasına kadar içer.”[5] Lacan’ın Wedekind’in bu yazdıklarından çıkardığı sonuca geleceğim simdi.

Bu sonuçlardan ilki, Lacan’ın öğretiminde mutlak bir öneme sahiptir. Şunu eklemeliyim ki bu sadece ergenleri değil tüm konuşan varlıkları ilgilendirir. Ergenlik, öznenin su gerçekle karşılaştığı andır: kabul töreni diye bir sey yoktur. (Il n’y a pas d’initiation). Bu önsöz metninde Lacan soyle yazıyor: “Örtünün kalkması hiçbir seyi göstermez, iste kabul edilme töreninin prensibi budur.” İste Moritz’i kızdıran sahte ar duygusu budur. Sözlügü açar, ortüyü kaldırır ki cinsellik denen bu Sey’e dair sırrı keşfetsin, oysa bulduğu bir hiçtir. Bu önemli alıntıyı tekrar ediyorum: “Meyer’in sözlüğünü A’dan Z’ye okudum, diyor. Kelimeler, yalnız kelimeler ! Tek bir açık seçik açıklama yok. Hep bu ar yüzünden. Yasamın temel sorularına yanıt vermedikten sonra bu kadar sözcük neye yarar?” Lacan’ın çıkardığı ilk sonuç budur. Bunun çok önemli bir tez olduğunun ve ergenlik üzerine sıkça duyduğumuz söyleme karsı geldiğinin altını çizmek gerek. Genelde, ergen öznenin bir zaman ulaşacağı, ve ona bir kadın ya da bir erkek olmayı mümkün kılan bir yanıt olduğu düşünülür. Lacan buna hiçbir kabul töreninin olmadığını söyleyerek karsı gelir. Yani bu ya da başka bir yasta, jouissance’ın bir olgunluğa erişeceği ve özneyi tam anlamıyla bir kadın ya da erkek olarak gerçekleştireceği diye bir şey yoktur. Kabul edilme töreni yoktur demek öznenin tekrar tekrar bu uygun düşmeyen, ve bölen fallik jouissance’ı deneyimleyeceği anlamına gelir.

Bu yüzdendir ki bu kadar etkilenir, ıstırap çeker, meseleyi koca bir hikaye hatta hikayeler haline getirir. Bu aynı zamanda ergenliğin bir macera (Agamben’in bu terime verdiği anlamıyla) iyi ya da pek de iyi olmayan bir macera fırsatı olmasını açıklar. Macera arzusu, veya yalnızca yola çıkma arzusu hakikaten de bu yaslarda sık görülür. Bu noktada hayata başlangıç – kabul edilme (initiatique) yolculuğu kavramını yorumlayabiliriz – ki Lacan’a göre böylesi bir yolculuk başlangıçtaki soruların çözülmesini sağlamaz. Öteki’yle nasıl Bir olunur? Erkek olmak nedir? Kadın olmak nedir?” Kabul edilme&başlangıç olarak yolculuğunun sonunda özne başlangıçtaki yanıt yokluğuna geri dönecektir – bu yokluktur ona yola çıkma arzusunu aşılayan. Yolda bir iki başka sey öğrenmiş olacaktır tabii…

Lacan, Freud’dan ilhamla, öznenin karsılastıgı bu eksikliğin kastrasyon olduğunu söyleyecektir. Söz konusu olan bir eksiklik, bir hiç olmayan ama Lacan’ın gerçek olarak adlandırdığı bir hiçliktir. Çarptıgımız, gerçek bir eksiklik olarak üzerimizde bir duygulanım yaratan bir gerçek; özellikle de öfke, utanç veya can sıkıntısı. Ergenin deneyimlediği, örtünün ardında bir sey olmadığıdır. Bunun sebebi kastrasyon gerçeği, fallusun Öteki’yle Bir olmayı sağlayacak doğru ya da iyi nesne olmayışı, aksine özneyi bölen bu jouissance’ın göstereni olmasıdır.

Bu cinselliğe-kabul-töreni-olmayışı (non-initiation) ’nın özdeşleşmeler üzerine sonuçlarını da inceleyebiliriz. Örtüyü kaldırma anında, özne gizli bir bilgiye erişmeyi umarken aslında bulduğu başka bir bilgi olacaktır: “kastrasyon bilgisi” diyecektir Lacan buna. “14 yasındaysanız kastrasyon bilgisini yok saymak zordur”der Lacan. Kadın ya da erkek olmaya dair umulan bilgi değil aksine bunun yerine, bilinçdışının ürettiği ve her bir özneyi kastrasyonun gerçeğiyle işaretleyen bilgi vardır. Bunun sonucunda hakiki bir kadın ya da hakiki bir erkek olmak herkes için bir soru olarak kalacaktır. Bu alanda model ya da ideal tip yoktur, her ne kadar toplum –tam da bu yüzden- bu modelleri icat etse de. Ikinci bir sonuç da, her öznenin bir kadın ya da bir erkek kendini bölünmüş bulmasıdır, yani olarak kendini yeterince kadın ya da yeterince erkek hissetmemek, ya da yeteri kadar iyi kadın ya da erkek olmadığını düşünmek vs… Yeteri kadar ya da yeterince iyi olamamak duyguları, yani kastrasyonun uyandırdığı afektlerdir, yani herkesi mutlak olarak kadın ya da erkek varlıktaki-eksiğe (manque-à-être) getirir. Bu sebepten de herkes kendisi için bir oluş biçimi, kendine göre bir oluş biçimini uydurmak zorunda olacaktır, bunun için sosyal normlardan, görünümlerden (semblants), kurallardan ve kendi fikirlerinden yararlanarak. Belki de herkes için her sabah ayna karsısında kendine bir kadın havası ya da bir erkek havası vermeye çalışırken yaşadığı şeydir, Lacan’ın dediği gibi. Bu sonuçlarda görüyoruz ki her bir özne cinsel kimliği açısından fallusun yalnızca bir gösteren, bir semblant (görünüş) olmasının etkilerini taşır. Yine bu yüzdendir ki erkek ya da kadın olmak konusunda yaratıcılık, örneğin kıyafet alanında her tür icat ya da başka bir bağlamda sert toplumsal kurallar, hep gelip bu eksikliği kapatmaya ve gizlemeye çalışacaktır.

Yani erkekler ile kadınlar arasında bu ortak nokta var: ikisi de ergenlikte aniden kastrasyon kompleksiyle karşılaşırlar. Bu ortak nokta mevcuttur, ne var ki Lacan erkekle kadın arasındaki farklara, kastrasyonun kadın ver erkek üzerindeki etkilerinin, kastrasyondan korunma biçimlerindeki, (bilhassa özdeşleşme anlamında) farklılıklara da işaret eder. Bu gelecek seneki çalışma konumuza tekabül ettiği için şimdilik bunu bir kenara bırakıyorum. Daha ziyade bu cinselliğe-giriş-töreni-olmayışı’nın bir başka sonucu üzerinde duracağım. Cinsellige törenle kabul ya da giriş diye bir sey olmadığını söyledim. Ama bunun denenmediği, bu yönde girişimler olmadığı anlamına gelmiyor bu söylediğim. Hatta bunun aksi doğrudur. Zira, nasıl kadın ya da erkek olunacağına dair bu bilgi mevcut değil ise, bu namevcuduyeti telafi etmek için pek çok giriş-töreni icat edilecektir. Ergen çağların hayli yaratıcı, mucit yanı buradan gelir.

Burada, gençliğin başına gelenin bilgideki bu eksiklikle karşılaşmak olduğu sonucuna varıyoruz– ki bu eksiklik yeni başka bir sey icat etme arzusuna eklemlenmiştir. Lacan bu konuda çok açıktır, bilhassa gençlerle arasında geçen diyalogda. Bilgideki bu noksanı, cinsel-ilişkinin yokluğunu tamir edebilecek hiçbir sey icat edilemez. Bu açıdan Lacan, bu imkânsızlığı reddetmeye meyilli – ve bu yüzden de felakete sürüklenebilecek gençliği bu tür yanılsamalara karsı uyarmıştır. Yalnızca sunu vurgulamalıyız ki, bu, ergenlikte doğan bu soruların önemini azaltmaz. Özne yaşamının diğer dönemlerinden çok bu dönemlerinde ne arzuladığı, ne olmak istediği ve buna ulaşmak için ne ortaya koyacağı sorularını sorar.

Bu yüzdendir ki ergenlikle ilgili çıkarabileceğimiz bir diğer sonuç da, bilgideki bu eksiklikle karşılaştığında yapacağı şeyin bir söz hakkı almak olduğudur. İlk olarak sözün, bilinçdışından gelerek, özneyi kastrasyon etkisine alışı vardır, az önce altını çizdiğim gibi. Daha sonra, öznenin karşılaştığı bu şeye karsı yanıt vermek için söz alışı vardır. Bu anlamda ergenlik en temelde bir dil, ve dilin bedenin jouissance’ı üzerine etkileri deneyimidir.

Ergenlikteki bu söz alışa, örneğin ne kadar sıklıkla ergenlere düzgün konuşmadıkları ithamının yöneltildiği akla geliyor. Yahut sadece kendilerine mahsus, yetişkinlerin anlamadığı yeni sözcükler icat etmelerinden yakınıldığını duymuşsunuzdur. Dilin bu saygısız kullanımının ardında, Wedekind'in de altını çizdiği gibi, bir yandan dilin cinseli söylemekteki eksikliğinin açtığı yara, öte yandan da buna yanıt olarak bir Öteki dil bularak ya da icat ederek bir erkek veya kadın olmayı kolaylaştırma girişimi yok mudur? Öteki’nin dili, söz dağarcığının yetersizliği sebebiyle kınanır, ve kuralları, grameri, tonlaması ergenin sorularına yanıt veremediği gerekçesiyle ergen tarafından bir yana bırakılır. (Moritz’in dil Öteki’sine yanıt vermesi için yakarısını düşünün.) Bu yüzden özne akranlarıyla bir başka kurallar bütünü, bir başka dil hatta yine bir dil ürünü olarak bir başka müzik yaratmaya yönelir.

Öznenin ötekileriyle birlikte ebeveynlerin ileri sürdüklerine alternatif yanıtlar arayışını ürünü olan bu dil icadı olgusuna örnek çoktur. Bu icatları genelde eleştiririz. Bana kalırsa bunların bazılarının zenginliğini vurgulamak önemlidir. Mesela müzikte hip-hop hareketini, bilhassa rap’i düşünüyorum. Bu örnek bence çok açık. Bu hareketin doğuşunun tanıklarından bazıları rap’in nasıl sokaklarda yani dışarıda, Öteki’nden ayrı olarak doğduğunu aktarıyorlar. Dışlanmışlık hissinin yarattığı öfkeyi ama aşkı da ifade etmek için bir söz alma deneyimidir söz konusu olan. Dilin müzikalitesi, materyalitesi, seslerinin ritminin vs. üzerine bir çalışma sayesinde ve bu yaşlarda hissedilenleri, kelimelerin anlamlarının ötesinde ifade etmek için bir yöntemdir.

Ikinci bir örnek olarak da sosyal ağları ve sürekli değişen normlarını ele alacağım. Ergenlerin bu iletişim biçimlerine olan tutkularını eleştirmektense, bu şekilde ötekiyle bağ kurmak anlamındaki icatların altını çizmekte fayda var. Bu iletişim aygıtları ve tarzı belki bazı riskler taşıyor, ama risksizlik diye bir sey var mı ki? Cinsel ilişki olmadığına göre, Facebook, Tweeter ve başka icatlar ve dil ve iletişim teknikleri meydana gelecek ve sözcüklerin eksik olduğu yerde fışkıracak. Tektiplesme riskine rağmen, cinsel bağıntısızlığın yükünden azade biçimde Öteki’yle sonunda karşılaşmayı sağlaması umuduyla herkes yeni bir aplikasyondan medet umacak. Baharın Uyanısı 2.0 yazılsaydı eminim ki Moritz, Melchior ve diğerleri sürekli internete bağlı olacaklardı. Ama bu bağlantı da sınırlarla karşılaşır ve herkesi umuttan umuda ve umutsuzluğa sürükler. Yetiskinlerin (buna psikanalistler de dahil) söylediği üzere modernite her seyi değiştirecek mi? Bilinçdışının gösterdiği bir sey kesin sabit kalacak: cinsel ilişkinin yazılamayışı dilin etkisidir ve döneme bağlı değildir.[6] Fransız gazeteci Xavier de la Porte buna çok ilginç bir örnek verdi. Bir genç kız ona “bir ask mesajını bitirmek için uygun düsen noktalama işareti üzerine, uzun süren tereddütlerinden ve bir arkadaşıyla olan uzun sohbetlerinden”[7] bahsetmiş. “Nokta çok kesin. Üç nokta da[8] çok imalı. Bu durumda bir orta yol olarak genç kız su sonuca varıyor: yan yana iki nokta. Ne ima, ne beyan; yorumu okuyucuya açık bıraka yeni olasılıklara bir açılım.”

Ergenlikte aşkı daha iyi söyleyebilme girişimi, kem küm etmekten korkan yetişkinlerden başka bir şey söylemek arzusu olduğu sonucunu çıkarıyorum – ki yetişkinler de buna saygı gösterebilir, bu yaratma hakkını tanıyabilirler. Freud’un hayranlık uyandıran telkini de bu yönde değil miydi? Onlara “gecikme, vakit geçirme, ‘takılma’ hakkını” tanımak, onlara zaman bırakmak.[9] Yeniden tek sıra halinde dizilip düzene girmeleri için değil, onları etkileyen ve cinselliklerini belirleyen bu ayrılma deneyiminde kendi çözümlerini icat etmeleri için. Lacan daha da ileri gidecek ve psikanalistleri ergenliğin sorguladığı şeye bilhassa dikkat etmeye davet eder: psikanalistleri yanıtlamaya davet ettiği söz konusu soruyu Lacan 15 yaşında bir gencin ağzından aktarır: “yeni bir aşk” mümkün olabilir mi?[10]

[1] Freud S., « Le créateur littéraire et la fantaisie », in L’inquiétante étrangeté et autres essais, éd. Folio, 1985, p.37 (« Edebi yaratıcı ve fantezi » in Tekinsiz ve diğer denemeler)

[2] Wedekind F., L’éveil du Printemps, éd. Gallimard, 1974, p.21

[3] Lacan J., « Préface à L’Eveil du printemps », in Autres écrits, éd. du Seuil, 2001, p.561

[4] Yazarın bahsettigi Fransızca sözcük songe. Karsılastırdıgı diger iki sözcuk ise rêve yani rüya ve illusion. Songe’u hayal olarak çevirdik. Ç.N.

[5] p.44-45

[6] Bu demek degildir ki hiçbir sey degismiyor, Lacan sosyal bag için bunu göstermistir. Bu nokta üzerine « Lacan et la modernité » makaleme yönlendiriyorum, in Mensuel no.109, EPFCL, 2016, internetten okunabilir.

[7] De La Porte Xavier "On ne s'appelle plus, on s'écrit des SMS. Pas de panique!", Rue89.

[8] Üç nokta üzerine Rault Julien, Poétique du point de suspension. Essai sur le signe du latent, Bordeaux, éd. Cécile Defaut, 2015.

[9] Freud Sigmund, "Pour introduire la discussion sur le suicide", dans Résulats, Idées, Problèmes, I, op. cit., p. 132.

[10] Lacan Jacques, Le Séminaire Livre XX, Encore, p.20.

İçerikler
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page