top of page

Cecilia, Konuşulamayan; Gerçek

Az önce kadınlığın gizeminden bahsettim. Herbirimiz aslında bir şekilde, travma açısından olsun, annenin arzusu açısından olsun, cinsel zevk açısından olsun, simgeselin sınırlarında bulunan, kelimeler ya da sembolik yapılarla ifade edilmeye direnen bir şeye yaklaşmaya çalışıyoruz. Buna Lacan’cı psikanalizde gerçek adını verdiğimizi biliyorsunuz. Cinsellik ve ölüm mevhumları gerçek kategorisine girerler diyebiliriz çünkü ne simgesele ne de imgesele sığmazlar, ifade edilemeyen, temsil edilemeyen bir yanları vardır. Cinsellik için diyebiliriz ki, Öteki’nin bedeninin Ötekiliği radikaldir, her ne kadar gece gündüz, yıllarca sevişseniz de, Öteki’nin bedeninden aldığınız zevk onun Öteki’liğini sıfıra indirgeyemez, iki beden asla bir beden olmaz. Ve bu cinsiyetten bağımsız, iki erkek, iki kadın için de, bir kadın ve bir erkek arasında geçerli olduğu kadar geçerlidir.

Cecilia, Masumiyetin İntiharı

Ölümün gerçek noktası da en basit anlamıyla hakkında aslında hiçbir şey bilmiyor oluşuzdur. Kimse yoktur ölümden geri dönmüş ve bize anlatmış olsun ne olduğunu. Ucunda ışık bulunan tünel hikayesi, ya da ölümden sonra yaşama dair bütün hikaye, ve ritüeller, bir öznenin, bildiği anlamda yaşamının sonunu gözünde canlandırması ya da idrak etmesi için yeterli değildir. Bu anlamda ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım hiçbir imge ya da simge ölümü ifade ya da temsil etme işinin hakkında gelemez. Ölüme bir anlam vermeye çalışırız, yaşlılık, hastalık daha kolay katlanılır kılar ölümün ifade ettiği kaybı. Fakat filmin başında gördüğümüz intihar, Cecilia’nın intiharı filmin gerçeği’ni, bir tür kör noktasını oluşturur gibidir. Açıkçası romanda da, filmde de, Clotilde Leguil’in kitabında da, bizim çalışma ve düşüncelerimizde de bu intihara anlam vermek çok güç. Filmin hikayesine baktığımızda bu anlam verme, toplumsal olgular dünyasına katma çabasının nasıl da absürt olduğu ve başarısızlığa uğradığını görüyoruz. Cecilia’nın intiharını ergenlik, ergenliğin sıkıntıları konusunda bilinçlendirme ve intiharı önlemek için bir kamu sağlığı politikası yaratma gibi yollara girmenin, meseleyi nasıl da ıskaladığını görüyorsunuz. Öyle ki bu ıskalama izleyiciyi güldürüyor. Yani beni güldürdü en azından, kırmızı değil yeşil broşürler seçmek, televizyonda yayınlanan belgesel vesaire, hayli komik detayları filmin.

Bu intiharın, sonradan (après-coup) simgeselde açılan bu deliğin nasıl anlam kazandığı, ve filmin genel teması olan kadınlık ile nasıl bir ilgisi olabileceği üzerine eğilmek istiyorum.

Clotilde Leguil bize ilham veren makalesinde Cecilia’nın konumunu Freud’un Totem ve Tabu’sundaki babanın konumuna benzetiyor. Yani yaşayanlar dünyasından çekilerek, istisnai, ve doğaüstü bir örtüye bürünerek aynı zamanda dokunulmaz yani tabu hem de etrafında grubun geri kalanının şekillendiği bir sembol olarak bir totem olan bir figür. Cecilia’nın dokunulmazlığı, hakkında asla konuşulmayışı ile beliriyor. İntihara verilebilecek simgesel bir kılıf yok. Öyle ki Kilise bile bir kaza olarak kaydediyor ölümü. Bir kazayı tahayyül etmek bile 13 yaşında bir kızın kendi canına kıymasını zihinde canlandırmaktan daha kolay görünüyor. Bu intihar, Lisbon kızlarının anlatılması imkânsız kurucu miti gibi bir rol oynuyor. Güzellikleri, içlerine kapalılıkları ve erişilmezliklerine ek bir gizem ekliyor, ve bu anlamda onları Öteki’ler nezdinde temsil ediyor. Kız kardeşleri intihar etmiş olan kızlar, The Lisbon Girls. Filmin sonuna doğru kesilmekle tehdit edilen ağacın Cecilia’yla özdeşleşmesi ve kızların, filmin bu aşamasında nadir yaşam belirtilerinden biri olarak, ağacı korumak isteyişleri, Cecilia’nın Lisbon kız kardeşlerin birliğinin simgesi, totemi oluşunun bir örneği.

Fakat Cecilia aynı zamanda bir başka unsuru geçiriyor kızlara: intihar fikri. Ölümün ve Cinselliğin teşkil ettiği gerçek fikrinden bahsettik. Fiona da bekaretin kaybı ile cinselliğin nasıl travamatik olabileceğinden söz etti.

Clotilde Leguil toplu intiharı, annenin arzusunun baba tarafından sınırlanıp yönlendirilmediği takdirde çocuğu nense konumuna indirgemesine, bu indirgenmenin yarattığı ıstıraba bir yanıt olarak yorumluyor. [Bu konudan bahseden olmadıysa benim ikinci intervention’uma kadar, ben iki kelam edebilirim] Fakat Leguil’in kitabı genel olarak “Aşık kadınlar”dan bahsediyor. Bu hikayede Lux açısından böyle bir âşık olma durumu var, nitekim Leguil kitabın bu film ile ilgili olan bölümünü “Bir aşık ve kız kardeşleri” diye adlandırıyor.

Lacan’a göre gerçek kadın aşkı için her şeyi feda edebilecek, simgeselin kural ve geleneklerinden vaz geçebilecek ve kendi kaybına kadar gidebilecek bir figür. Aslında burada bir öznenin değil bir eylemin kadın oluşundan bahsedebiliriz. Örneğin Sofokles’in tragedyasındaki Medea, aşkı uğruna sadece rakibesi kadını değil, kendisini terk eden kocasından olan çocuklarını dahi öldürmesi, onları öldürmekle kalmayıp cansız bedenleri ile beraber denize açılarak babalarına bir mezar, yani simgesel bir işaret bile bırakmamasını kadınsı bir eylem olarak değerlendiriyor Lacan.

Kadın simgeselin bütünlüğünde delik açıyor. Akla mantığa gelmez bir eylem ile yapıyor bunu. Sadece bir yasağa karşı gelmek meselesi değil bu. Yasağın ve yasanın varlığını sarsan bir eylem. Kendi canlarına kıyarak Lisbon kızları kendi içine kapalı bir sistemde delik açıyor. Kendi eksikliğini, ve her türlü arzunun varlığını reddeden annede radikal bir noksanlık yaratıyorlar ölümleri ile.

Kadını böyle akıldışı ve vahşi bir yok edicilikle tanımlamak tepki çekebilecek, şaşırtıcı bir şey belki. Bu yüzden bu tanıma biraz açıklama getirerek tamamlamak istiyorum konuşmamı.

Öncelikle psikanalitik düşüncenin gelişimine baktığımızda Freud’un kadın ve erkeği penisi olan ve olmayan olarak tanımladığını görüyoruz. Günümüzde kadını noksan olarak tanımlaması dolayısıyla tepki çeken bu basit açıklama zaten Freud’un kendisini de tatmin etmemişti. Erkeği çocukluktan çıkaran penisini kaybetme korkusuysa, kaybedecek bir şeyi olmayan kadın neden çocukluktaki libidinal ilişkilerinden vaz geçsin? Yani anne babasıyla olan Oidipal arzulardan bahsediyorum. Bu çıkmazdan ileri gitmemizi Lacan sağlıyor. Meselenin bir pipi meselesi olmadığını, penisin varlığı veya yokluğunun simgeselde artı-eksi, var-yok zıtlığının bir ifadesi olarak dilin yapısının kurucu bir parçası olduğunu ileri sürüyor. Ve kadın hiçbir şeyden yoksun değildir, diyor. Oysa yine de, bir organ olarak değil bir sembol olarak ele aldığımız Fallus, gücün, iktidarın ve cinsel zevkin de simgesi olarak bilinçdışına kaydedilmiştir. Bu anlamda güncel medeniyetimizde gittikçe kadınların da Fallus’tan yararlandıkları, Fallus’u ellerinde bulundurabildiklerini söylemek mümkün.

Ama fallusu Lacan’ın kuramsallaştırdığı biçimde ele alacak olursak, her insan kastrasyona tabidir, yani bedeni ve cinselliği dil tarafından işaretlenmiş, doğallıktan çıkmış ve medeniyetin alanına girmiştir. Erkek için penisi fallusla karıştırmak söz konusudur, iktidar mücadelesi, ya da diğer erkekler tarafından tehdit altında hissetmek ya da “kiminki daha büyük” diye yarıştırmak bunun göstergelerinden biridir. Yine geleneksel cinsiyetlenmede, kadın cinselliğinin erkeğinkine göre daha yasak, daha gizemli olduğunu inkâr edemeyiz. Kadın orgazmının nerede olduğunu arayıp durmak bunun göstergelerinden. Kadında fallik düzenin, iktidar mücadelelerinin dışında kalan bir sınırsızlık, deli bir yan vardır. Lacan bunu en basitçe açıklamak için erkeğin “kaybedecek bir şeyi” olduğundan ötürü fallus tarafından sınırlanmasının kadında bir karşılığı olmayışı ile açıklıyor.

Dikkatimi çeken bir diğer şey de filmin adının Türkçe çevirisi. Virgin Suicides “bakire intiharları” demek. Türkiye’de ise masumiyet söz konusu edilmiş. Muhtemelen genel olarak cinselliği, özelde de kadın cinselliğini ifade edememekten ötürü. Tam bir bastırma örneği. Daha da ötesinde, anlamına baktığımızda sözcüğün, bir anlamıyla, korunmuş, dokunulmamış’ı ifade ettiğini görüyoruz, Arapça fiil kökeni itibarı ile. Fakat günlük Türkçe’de baskın gelen anlamı suçsuz, günahsız. Bunu şöyle yorumlamak mümkün: kadının cinsel arzusu veya bir kadın olarak kimliği, bu arzuyu, bu kimliği araması ya da yaşaması bir sınır aşımı, bir kabahat daha da ötesinde bir kirlenme olarak görülüyor. Çok basit bir sosyolojik olguyu ifade ediyormuşum gibi gözükse de, filmde gördüğümüz üzere bu geleneksel yapı aynı zamanda bir şekilde bilinçdışına işlenmiş bir yapı.

Filmde Cecila’nın ölümünün gizemi, kadının bu geleneksel düzene sığmayan varlığının bir ifadesi gibidir. Cecilia’nın günlüğünü okuyan erkek çocukların “Tam bir hayalci, gerçeklikle bağlantısı olmayan biri...” gibi yorumlarını hatırlayın. Fakat Fiona'nın da önceki yazısında belirttiği gibi hayal ve gerçek ancak beraber olduğunda gerçek işlenebilir, örülebilirdir. Son olarak bunun başarısızlığa uğradığı durumda evdeki ölüm ve cinselliğin nasıl birlikte örüldüğü konusunu ele almak için sözü tekrardan Fiona'ya bırakıyorum.

İçerikler
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page